Onbeş günde bir pazar günleri dünya dururdu, çünkü Libya’nın Derna kentinde bir kampın lokalinde TV’de TRT gösterilmesine izin verilirdi ve Türkçe izleyebildiğin tek şey olan Hikmet Şimşek’le Pazar Konseri başlardı. Televizyona otuz cm yaklaşarak, ağzı açık karlı ekranı izleyen ve yaşları birle altı arasında değişen çocukları şimdi görsem tasvir ederken kullanacağım kelimelerden biri de zannederim “zavallı” olurdu. Halbuki dünyanın en güzel çocukluğunu geçirdiğimizi sanıyordum.
Yaklaşık 40 metrekarelik bir konteynır evin içinde, kampta akran olan tüm çocuklar buluşabiliyorduk. Sonsuza kadar oyunlar uydurabiliyorduk ve anne babalarımız o kadar genç ve tecrübesizdi ki; onların bizimle büyümesi, bize bir sürü şeyi deneme fırsatı sunuyordu. Üstelik o öyle yapılmaz, çocuk bunu yapmaz diye karışan geniş aile fertleri de yoktu. O zamanlar Kaddafi zamanlarıydı; eğer Türk isen inşaat işindeydin, Polonyalı isen tıp sektöründeydin. Her iki milletin çocuklarına da sıkı sıkı tembih edilen bir şey vardı: Libyalıları kızdırma. Kamptan çıkmamız neredeyse yasak olduğu için, zaten hiçbir Libyalı kızdırmadan çok özgür altı sene geçirdim. İnsan meğer ambargoyu daha geç yaşlarda öğreniyormuş.
Evet, ambargo yüzünden hiçbir şeye erişimimiz yoktu. Nereden geçtiği belli olmayan dillere destan hayvan sevgim Libya çöllerinde içimden coşkuyla taştığında, yollarımız Kuzu ile kesişti. Kuzu’yu, 1986 yılında kurbanlık pazarından almayı başaran babam sayesinde 6 senelik dostluğumuz başlamış oldu. Benden sonra eceliyle öldüğünü düşünmek istiyorum. Kuzu’dan öncesini hatırlamıyorum. Kuzu’dan sonra hiç kuzu eti yemedim.
Ambargo yüzünden hiçbir şeye erişimimiz yoktu diyorum. Bazen de sadece bazı şeylere erişimimiz vardı. Muz bunlardan biriydi. Yaşıtlarımın beslenme çantasına muz koymasının ayıp olduğu senelerde, biz Libya’daki çocukların meyve olarak tek görebildiği muzdu. So much muz. Senelerce. Sadece. Muzu sevmediğimden değil, muzu kim sevmez ki? Ama insan bazen biraz da zarının içinde su dolu damlalardan oluşan dilimleri olan mandalinayı, pembe-kırmızı çileği özlüyordu.
Çok da iple çekmediğim Türkiye tatilleri benim için biraz kıymetli VHS kasetler, mandalinalar ve Kuzu’yu özlemek demekti. Şimdi yine Türkiye’deyim ve aman allahım evlerden uzak; Libya’da olmak istemediğimi biliyorum ama burada olmak da istemiyorum. Sanırım bu ülkenin bize yaşattığı ortak his bu: Hem muzsuz hem kuzusuz hissediyor.
yutkundum kaldım.
(fotoğrafa bayıldım.)
BeğenBeğen
Kuzu ile Çiftetelli adlı eser :)
BeğenBeğen
ah kuzum :)
BeğenBeğen
ah ya, nefis yazı ve dünyanın en güzel fotoğrafı <3
BeğenBeğen
Mutluluğun fotoğrafı resmen, nefis :)
BeğenBeğen