Çocukluğuma dair en net hatırladığım minik sevinçlerimden biri, Refah Şehitleri Caddesi’nde yokuş yukarı çıkarken evimiz uzaktan göründüğünde, önünde birinin ya da birilerinin olmasıydı. Bu biri de genelde Zeyyat olurdu, o zamanlar üzerinde 92 yazan bahçe kapımızın bir kenarında durur, gelene geçene bakar, tanıdıklarla sohbet ederdi. Üzerinde mavi ve gıcır gıcır bir kot, açık mavi gömleğinin kolları kıvrılmış, geniş çerçeveli kemik gözlükleri, taba rengi süet ayakkabıları ve yazın dahi üst üste iki çift giydiği çoraplarıyla ailemizin “ihtiyar delikanlı”sı, yazar, çevirmen ve büyükdayı Zeyyat Selimoğlu.
Zeyyat’ı 2000 yılında birdenbire, akciğer kanserinden kaybettik. Bu yıl 6 Mayıs’ta, artık üzerinde 110 yazan bahçe kapımızın önünde, bu kez yaklaşık 50 kişi duruyordu. Heybeliada Kütüphanesini Koruma Derneği ‘nin inisiyatifi ve yazarın kitaplarını yeniden basmaya başlayan Eksik Parça Yayınevi‘nin katılımıyla, evimizin kapısına bir plaket yerleştirildi ve çok hoş, duygu dolu bir anma etkinliği gerçekleştirildi.
Yağmurlu ve puslu başlayan gün bizi başta korkuturken, Çiçekli Dağ Sokağı’na inmemizle birlikte güneş yüzünü gösterdi. Bu yemyeşil ve mis gibi sokağın merdivenlerine yerleşildi, Zeyyat’ın Çiçekli Dağ Sokağı öyküsü okundu. Zeyyat’ın akrabaları ve tanıdıkları sırayla konuştu, hiç aklımda olmamasına rağmen ben de başta titreyen sesimle doğaçlama bir konuşma yaptım. Okurları Zeyyat’ın kitaplarıyla yeniden buluşturacak olan yayınevine ve o an bizimle olan Feridun Andaç’a teşekkür ettim. Anma gününü düzenleyen derneğe de, özellikle de evimizin kapısına çaktıkları plaketle beni faytoncuların arkasından “Hayır, burası Orhan Pamuk’un evi değil!” diye bağırmaktan kurtardıkları için (çünkü, ne denli ünlü olursa olsun, birinin bir yerde 2-3 yaz geçirmiş olması oranın onun evi olarak anılmasını gerektirmez).
Yapılan konuşmaları, anlatılan anekdotları tekrarlamayacağım çünkü derneğin sayfasında bu konuda gayet detaylı bir yazı yer aldı bile (okumak için tık tık). Başka bir şeyden bahsedeceğim bunun yerine, çocukluğumun başka bir sevincinden… İskeleden yukarı çıkarken, cadde üzerinde solda eski ve biraz bakımsız bir bina vardı ben çocukken (hala da var). Aslında iki katlı, heybetli bir binaydı, ağır demir kapılarından girilir, çift taraflı merdivenlerden yukarı çıkılıp kapısına ulaşılırdı. Heybeliada’da böyle yapılar epeyce fazla olduğundan, çok da dikkat çekmezdi. Ben buranın kütüphane olduğunu annem sayesinde öğrendim.

Hayatımın ilk kütüphanesine adım attığımda (en azından hatırladığım kadarıyla) okumayı sökeli çok olmamıştı. Kütüphanenin sadece fikrinin bile bana epey muhteşem geldiğini hatırlıyorum. Yani yüzlerce kitabı ödünç alıp okuyabilecek ve bunun için para bile vermeyecektik, öyle mi? Hem de tek yapmamız gereken onlara iyi bakıp, aldığımız gibi geri vermekti. Vay canına!
İşte benim kütüphaneyle tanışmam böyle oldu. Yıllarca gittim kütüphaneye, en azından kendi kitaplarımı okumak, satırların altını çizmek, kenara köşeye notlar almak gibi alışkanlıklar geliştirmeye başlayana kadar güzel bir birlikteliğimiz oldu. Yıllar geçtikçe ve üç aylık yaz tatillerimiz son bulup da bizler iş güç arasında adaya gitmeyi seyrekleştirdikçe, kütüphaneye daha seyrek uğrar, hatta yanından gülümseyerek geçip gider oldum. Zaten üniversiteye girmiştim, ada kusura bakmasındı ama yeni kütüphanemde yok yoktu artık…
Sonra kütüphane kapandı. Bitmeyen bir tadilata mı girdi, yoksa kapanacaktı da tadilat bahanesi mi oldu, bilmiyordum bile. Artık önemli de değil bu (yine de, meraklıları için özet şurada). Çünkü artık Heybeliada Kütüphanesini Koruma Derneği var. Kütüphane için çalışmalar yapan ve Zeyyat’ı anarak başlattıkları Heybeliada Hatırlıyor! etkinliklerini tam gaz devam ettirmeyi hedefleyen bir dernek.
Kütüphane benim için de şenliktir. Ben, çocukluğumun kütüphanesine dönüyorum.
Tüm fotoğraflar yazara aittir. Instagram: @bellatrixbegins
ne güzel yazı, ne güzel etkinlikler, ruhu şad olsun.
BeğenBeğen
Teşekkürler canikom…
BeğenBeğen